5 Ağustos 2014 Salı

YİTİRİLEN KÜLTÜR MİRASI BERGAMA ZEUS SUNAĞI

Yrd. Doç. Dr. Yüksel Güngör
Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi

YİTİRİLEN KÜLTÜR MİRASI BERGAMA ZEUS SUNAĞI

Carl Humann tarafından 1878 yılından itibaren baslamıs olan. kazılar günümüze kadar periyodik sürmüstür. Yaklasık 130 yıldır aralıklarla sürmüs olan bu kazılarda, “ortaya çıkarılan belgelerin ısığında” uygarlık tarihini, aydınlatmaya devam etmektedir .

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, tarihi eserlerimiz çeşitli ülkelerden gelen “araştırmacılar!” tarafından yağmalanmaya başlamıştır. İrili ufaklı binlerce tarihi eserin yanı sıra Bergama Zeus Sunağı gibi dev yapılarda, bazı Osmanlı padişahlarının desteği ile yurtdışına çıkarılmıştır. Günümüzde tarihsel miras bilincinin biraz olsun artması ile bu eserlerin ilgili ülkelerden iadesi tartışmaları başlamıştır. Bunun uzunca bir süreç olacağı malumdur, en azından bu süre içinde dışarıdaki eserlerin kopyaları, orijinal yerlerine konarak yeniden canlandırılabilir.

Pergamon’da 1871 yılında yol yapımında görevli genç bir mühendis olan Alman Carl Humann’a, tepedeki kalıntılar arasında çok büyük miktarda taş bulunduğu ve bunların zaten kireç yapımında kullanıldığı söylendiğinde kulaklarına inanamamıştır… Bu taşları Humann’a anlatanlar, heykellerin patetik yüz ifadelerinden (abartılı duyguların yüze yansımasından) o kadar etkilenmiş olmalıdırlar ki; heykel parçalarını “insan suretli taşlar geceleri inim inleyip ağlaşıyorlar” diye tarif etmişlerdir. Arkeoloji meraklısı Carl Humann hemen olayın ne olduğu fark ederek işe başlamıştır. Yol yapımı için duyulan taş ihtiyacı Humann’ın arkeolojik çalışmalar yapmasına yol açmıştır. O tarihten sonra Zeus Sunağı ve Athena Tapınağı giriş kapısı gibi birçok güzel eser ortaya çıkarılarak Almanya’ya götürülmüştür.

Zeus Sunağı'nı Almanya'ya götüren Akropol'deki kazıların öncüsü Carl Humann'ın mezarı, kendi vasiyeti üzerine Akropol'de bulunmaktadır. Carl Humann götürdüklerinin karşılığında bizimle ödeşmek istiyor sanki... Zeus Sunağı Berlin'de, Carl Humann Bergama topraklarında, Akropol agorasında granit bir lahit içinde küçük bir çam ağacının gölgesinde yatıyor.

Neredeyse 2200 yıl önce Bergama'da inşa edilen ve Hellenistik dönemin en güzel sanat eserlerinden biri olarak kabul edilen Zeus Sunağı, yıllardır yurdundan uzaktadır. Berlin'deki salondan Bergama Akropolü'ne, gerçek yurduna geri dönmeli ve ziyaretçilerini burada ağırlamalıdır…”

SUNAĞIN ORTAYA ÇIKARILIŞI

Öykü, Alman yol mühendisi Carl Humann 1869 yılında Osmanlı hükümeti için Bergama-Dikili arasındaki yolun etüdünü yaparken isçilerin ona getirdiği kabartmalı taslarla baslar. Humann, Zeus Sunağının parçalarını Bergama Akropolündeki Heroon ve Yukarı Agora arasında kalan; bir Bizans duvarının içinde bulur ve burada yedi yıl kazı yapar. Bergama Akropolis kazıları ve Restorasyon çalısmaları İstanbul Alman Arkeoloji Enstütisü tarafından günümüzde de sürdürülmektedir. Bugün Berlin’deki Pergamon Müzesinde tümüyle yeniden kurulan muhtesem sunağın yerine, Bergama’daki eski dönemlerin ihtisamını Roma İmparatoru Traianus’a adanmıs mabetin sütunları Akrepol’ün yeni silüeti olarak süslemektedir.

Zeus Sunağı, günümüzde bir çam ağacının gölgesinde bugünkü Bergama’yı seyreden temelleri ise daha sonraki yıllarda 1878-1886 da kazıların yapılmasına sebep oldu. İlk kazıları gerçeklestiren ve bu günde mezarı Akropolde bulunan Carl Humann bu kazıları kendisi asağıdaki satırlarda anlatır.“ …Pergamon’da ziyaretçilerim vardı : Karım İzmir’den, Berlinli Dr. Boretius ise yaptığı doğu gezisi sırasında İzmir’den geçerken uğramıstı. Ziyaretçileri, arka kısmı dısında, islenmis yüzü ise molozlara bakan platform duvarını görmeleri için kaleye davet ettiğim gün 21 Temmuz 1879 tarihini takvimler kaydetmekteydi. Bizler yukarı çıktığımız sırada, gökyüzünde yedi tane kartal bir daire olusturmuslardı. Bu büyük bir sansa isaretti. İlk platform yıkıldı ve kıvrılmıs bacaklarıyla duran bir gigant sırtını bize gösteriyordu . Sola doğru yöneliyordu. Sol elinde bir aslan postu vardı. « Maalesef bildiğimiz platformların hiçbirisine uymuyor » dedim. İkincisi de devrildi . Göğsünü gösteren muhtesem bir tanrı, öylesine güçlü öylesine güzel, sanki hiç kimsenin daha önce görmediği gibi . Omuzlarında bir manto asılıydı, genisce açılmıs bacaklarının üstüne kadar iniyordu bu manto . Bu platform da bildiklerimizden hiçbirine uymuyor ! Üçüncü platformda ise ayakta duran zayıf bir gigant vardı . Sol eli sağ omuzunu tutuyordu. Sağ eli ise sanki felçli gibi duruyordu. Toprakları temizlerken dördüncü platform düstü : Bir gigant sırtını kayalara yaslamıs, simsek baldırını delip geçmis . Sanki yakınımda hissediyorum, Zeus ! Heyecanla dördüncü platformu incelemeye koyuldum . Üçüncü bulunan ilk bulunana uyuyordu . Büyük Gigant’ın kıvrık yılanı, diz çökmüs gigantın bulunduğu platforma kadar gidiyordu.

Bu platformun ise üst kısmı yoktu . Ama devrilmis olanın üstünde savastığı açıkça görülüyordu . Büyük tanrıya karsı mı savasıyordu ? Gerçekten öyle; elbisesinin altındaki sol ayağı, diz çökmüs gigantın arkasında kayboluyordu. « Üçü de birbirine uyuyor » diye bağırdım. Dördüncüsü de diğerlerine uyuyor; simseğin çarptığı gigant yere doğru düsüyordu . Sevinçten titriyordum. Bir parça daha geliyor . Aslan postu, büyük bir gigantın kolu, karsısı ise karma karısık; yılanlar-egis ! Zeus bu ! Öyle büyük, öyle güzel bir eser ki, sanki dünyaya bir kez daha hediye edilmisti. Böylece çalısmalarımız doruk noktasına ulastı . Athena grubu, kendisini tamamlayan parçalara kavustu. Bizler derinden etkilenmis üç mutlu insan, muhtesem buluntunun önünde kalakaldık, taa ki ben Zeus’tan (Zeus Sunağı ) asağı inip mutluluk gözyasları dökünceye dek » İşte böyle gözyaslarıyla bulunan tapınak iki senelik çalısma sonunda tümüyle açığa çıkarıldı. Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde yeniden birlestirildi.

Bu hüzün hikaye ile baslayan bu serüven böyle sürerken Anadolu’nun her karıs toprağında antik yerlesim alanlarında diğer yabancı arastırmacılar cirit atarken, çıkmadık tepe bakmadık tas bırakmadılar. 1874 yılında çıkarılan Đlk Asarı Atika Nizamnamesini takiben, 1884 yılında Osman Hamdi Bey’in hazırladığı yeni Asarı Antika Nizamnamesi de bu yağmalamayı durduramamıstır. Bergama’da Carl Humann’la baslayan Bergama kazılarının serüveni iki dünya savası yılları hariç kesintisiz olarak günümüzde de sürmektedir.

BERGAMA ZEUS SUNAĞININ SANAT TARİHİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ

Bergama'nın Attalos I zamanında Galatlara karşı kazandığı büyük zafer üzerine Eumenes II zamanında (M.Ö. 197- 159) Akropol'de Zeus (Athena ya da tüm tanrılar) adına bir sunak yapıldı. Sunak hakkında ilk bilgi verenlerden biri Romalı yazar L. Ampelius'tur. Dünya Harikaları adlı yapıtında "Bergama'da mermerden kırk ayak yüksekliğinde, görkemli kabartmalarla süslü büyük bir sunak vardır. Tanrılarla Gigantların savaşını göstermektedir." demektedir.

 

Bu kabartmalardan birkaçının bulunması ile 1877'de Akropol'de kazılar başlamış ve sunak ortaya çıkarılmıştır. Ele geçen parçaları ile Berlin Müzesi'nde tekrar yapılandırılan sunak boyutları nedeniyle bugün Berlin'de ziyaretçileri ağırlayan Pergamon Müzesi'nin yapımını (1910-1930) zorunlu kılmıştır.

Akropol'ün birinci surları dışında Athena Tapınağı'ndan 24m aşağıda bulunan 5623 metrekarelik düzlemin ortasında inşa edilmiş olan sunak, yukarı agoranın biraz üstünde bulunmaktadır. Sunak binası, kuzeyden güneye 37,70m, batıdan doğuya 36,60m'lik bir dikdörtgendir. Sunağın genişliği 34,20 ve derinliği 36,44m olup beş basamaklı bir altlık üzerinde 40 ayak (12m) yüksekliği vardır. Selinos vadisine bakan cephesinde 20m genişliğinde 28 basamaklı merdiveni bulunur. Kuzey, güney ve doğu yüzlerini kuşatan ve Tanrılarla Gigantların savaşını anlatan kabartmaları (Gigantomachia) içeren yüksek kabartmaların uzunluğu 120m dir. Bunların yüksekliği 2,30m, kalınlığı 0.50m olup genişliği 0,60 - 1,10m arasında değişmektedir. Sunak meydanının girişi doğuda ancak sunak avlusuna çıkan merdivenler batıda olduğundan sunağa gelenler merdivenli cepheye varabilmek için yapının iki yanından birini dolaşmak zorundadır. Doğudan gelindiğinde ilk olarak Zeus ve Athena kabartma grubu görülür. Frizin bu yanında güneş doğuşuyla ilgili ışık tanrıları Apollon, Artemis ve Leto tasvir edilmiştir. Karanlık kuzeyde ise yıldız tanrı Orion, kader tanrıçaları (Moira'lar) ve gece tanrıçası gibi tasvirler vardır. Güneyde başka tasvirler arasında şafak kızıllığı, güneş tanrısı Helios, batıda denizle ilgili tanrılar ailesi Okeanos, Amphitrite, Nereus ve Triton vardır. Homeros'a göre Gigantlar vahşilikleri yüzünden yok olmuş bir halk kitlesidir. Hesiodos ise "Onlar göğün ve toprağın çocuklarıdır. Parlak silahlı ve ellerinde uzun mızrakları olan savaşçılardır" der. Olympos tanrıları, Titanları sürgün ettikleri zaman, anaları toprak tanrıçası Gaia, Titanların öcünü almak için eşsiz büyüklük ve güçte olan Gigantları doğurmuştur. Gigantlar tümüyle insan kılığında gösterildiği gibi, bacakları oyluklarına kadar yılan kuyruklu da oluyordu. Böylece toprağın çocukları analarının kucağından çıkarak insan biçiminde ayağa dikiliyorlardı. Gigantlara yılan ayakları savaşta yardım ettiği gibi tanrılara da hayvanlar yardım ediyordu. Zeus'un kartalı Gigantların yılanlarına karşı savaşıyor, azgın köpekler ve Hekate'nin bir aslanı da Rea'nın yanında bulunuyordu. Yüksek kabartmalarda birbirine giren figür bolluğu vardır. Bunlar yan yana veya arka arkaya değil, birbirini kısmen örten ve kesen bir durumda düzenlenmiştir. Böylece, göğüs göğüse yapılan bir ölüm kalım savaşı, sanatçılar tarafından büyük bir ustalıkla, olağan bir karmaşadan uzak tutulmuştur. Bu kabartmalardaki tema, direkt olarak tarihsel olayların (Galatlara karşı kazanılan zafer) konu edilmesi yerine bu olayların vurguladığı düşünceye önem veren Hellen görüşüne uygun görülmektedir. Kral Eumenes II de Hellenliğin ruhsuz, duygusuz barbar bir dünya üzerindeki zaferinin sanatsal betimleme ve anlatımını önemsemiştir.

Gigantlarla savaş sahnesindeki hareketlilik ve duyguların yüze yansıması o kadar etkileyicidir ki, sanki acılı yalvarışları, çığlıkları, öfkeli haykırışları duyar gibi olursunuz… Bu, “Pergamon Baroğu’nun” en çarpıcı özelliğidir.

Sunağın iç yüzünde de dış yüzde olduğu gibi sütunlu galeriler planlanmış ancak tamamlanmamıştır. Duvarın iç yüzünü, Bergama krallık soyunun atası olarak kutsanan Herakles'in oğlu Telephos destanından sahneler süsler.

Antik dünyada önemli veya halka hükmeden ailelerin soylarını bir tanrı ya da büyük kahramanlara dayandırmaları yaygındı. Telephos da Attalos hanedanının hem Grek tarihinin en büyük kahramanı Zeus'un oğlu Herakles, hem de Arkadia'daki soylu ve saygıdeğer bir Grek ailesi ile bağlantılarını sağlıyordu. Telephos'un yaşamından bölümlere antik şiirlerde ve Aeschylus, Sophokles, ve Euripides' in klasik dramalarında rastlanmaktadır. Telephos frizinde diğer eserlerdeki gibi bütün olay aynı zaman ve mekanda geçmemektedir. Bu anlamda bu friz heykelcilikte yeni bir anlatım şeklinin oluşmasında öncülük etmiştir.

Efsane Arkadia'da başlar. Apollo kahinleri Arkadia Kralı Aleos'a oğullarının kızı Auge'nin soyundan gelen biri tarafından öldürüleceği hakkında uyarırlar. Kral bunu engellemek için kızını Athena baş rahibesi yapar. Kralın huzuruna gelen Herakles bir meşe koruluğunda Auge'ye rastlar. Kral Aleos Auge'nin Herakles'ten olan bebeğini Parthenion dağlarına bırakır, kızı Auge'yi de bir kayığa bindirip denize bırakır. Auge Mysia kıyılarına sürüklenir. Burada Kral Teuthras Auge'yi karşılar ve evlat edinir. Auge Bergama'da tanrıçası olan Athena kültünü kurar. Bu sırada Herakles oğlu Telephos'u onu sütüyle besleyen bir aslan ile birlikte bulur. Dağ perileri de çocuğa bakmaktadır.

Çocukluğu hakkında diğer olaylar saklanamamıştır. Gençliğinde Telephos bir kahin tarafından annesini aramak üzere Mysia'ya gönderilir. Telephos Kral Teuthras tarafından karşılanır ve tanıyamadığı annesi, Auge, ona Mysia için savaşması için silahlar getirir. Kral Teuthras Telephos ile Auge'yi evlendirir, ancak ilk gece yataklarındaki bir yılan anne ile oğulun birbirlerini tanımasını sağlar. Telephos daha sonra Mysia kralı olur ve Truva için yola çıkan ancak yanlışlıkla Mysia kıyılarına çıkan Grekler ile büyük bir savaşa girer. Karısı Hiera da Mysia kadınlarının başında savaşa girer. Antik kaynaklara göre Hiera o kadar güzeldir ki, savaşta öldüğünde düşman geri çekilmiş ve gömülmesi için ateşkes ilan edilmişti. Mysialılar Grekleri püskürtür, ancak Telephos Achilles tarafından Telephos'un hediyeler sunmadığı Dionysos'un bir sarmaşığa takılmasını sağlamasıyla yaralanır. Yarası iyileşmeyince, bir kahine danışır ve ona "Yarayı açan iyileştirecektir" denir. Bunun üzerine Telephos bir gemi ile Argos'a (Yunanistan) gider ve Kral Agamemnon huzurunda kimliğini saklar. Bir şölen sırasında yarasını gösterip kimliğini açıklar. İçlerine kadar sızmış olan düşmanlarına karşı Greklerin öfkesi Telephos'u korkutur ve o da Agamemnon'un oğlu Orestes'i rehin alır. Telephos Achilles'in mızrağının tozu ile iyileştirilir. Sunaktaki diğer paneller Bergama'nın önemli kültleri ile ilgili sahneleri gösterir. Dionysos'un onurlandırılması ve oturmuş tanrıça için yapılan sunak gösterilmiştir. Son panel ise ölen kahramanın cenazesinden bir sahne olabilir.

Sunak merdivenli bir podyum ve onun üzerine dizilmiş portikli sütun sıralarıyla inşa edilmiş anıtsal bir yapıdır. Merdivenlerden çıkılınca portiklerden geçilerek kapalı bir avluya varılır. Asıl kurbanların kesildiği altar (sunak) da bu kapalı avlunun içinde yer almaktadır. Podyumun dış kısımları Olymposlu Tanrılarla yeraltının Devleri Gigantların savaşını anlatan kabartma sahneleriyle bezenmiştir. Altarlı avlunun iç kısmında ise Attalos hanedanının efsanevi kurucusu Telephos’un hayatını anlatan daha küçük bir friz (kabartma kuşağı) yer almaktadır. Sunaktaki mimari dekorun ve heykeltıraşlık işlerinin tamamen bitirilemediği anlaşılmaktadır.

Friz bloklarının yerlerine konulmadan önce mi sonra mı yontulduğu bilinmemektedir. Frizdeki her tanrının adı frizin üzerindeki geisonda iri harflerle yazılmışken devlerin adları panoların oturduğu yivli alanlara küçük harflerle yazılmıştır. Bunun yanı sıra her bölüm ondan sorumlu olan heykeltıraş tarafından imzalanmış, onların adları da devlerin adlarının altına yazılmıştır. Buna göre bir heykeltıraşın Atinalı, üç heykeltıraşın da Pergamonlu oluğunu öğreniyoruz. Dionysiades, Menekratesi Melanippos, Orestes, Theorrhetos olmak üzere beş heykeltıraşın adı bilinmektedir.

Figürler yapılırken her figürün vücudunun panoların orta yerine gelmesine özen gösterilmiştir. Panolar üzerinde işlenmiş olmasına rağmen hareket yoğunluğu nedeniyle ayrım fark edilmez. Figürler frizin yüksekliğine uygun olarak düşünülmüştür. Yüksek kabartma şeklinde yontulmuş figürler aynı ve tek bir anda gerçekleşen olayı canlandırırlar. Bu şekilde bir anlatımın yapının dört yanına yerleştirildiği, bilinen en eski örnek Parthenon frizidir.

Zeus Sunağı’nın bölümleri numaralandırılıp özenle sökülerek, 1886 yılına kadar aralıklarla parça parça Berlin’e taşınmıştır. Taşınma işlemleri sırasında aylarca yıllarca katırlarla, develerle Akropol’den aşağıya indirilmiş, oradan mandaların çektiği kağnılarla Çandarlı Limanı’na götürülmüş, Daha büyük gemilere yüklenmek üzere İzmir Limanı’na taşınmış ve Sonra da Kuzey Denizi’ndeki Limanlara indirilerek demiryoluyla Berlin’e götürülmüştür. Bu yolculuk serüveni yaklaşık on yılı bulmuştur. Sunağın sergilenebilmesi için Berlin Müzesi’nin salonu yeniden düzenlenerek; tavanı yüksek ve camdan bir örtüyle kaplanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nda müzenin bombardımanlarla yıkılabileceği ihtimaline karşı sökülüp, sığınağa taşındığı ve savaşın bitmesinden sonra da tekrar yerine monte edildiği anlatılır.

 


 

Yrd. Doç. Dr. Yüksel Güngör

Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder